Kamudaki görevlendirmelere nedeniyle sık sık liyakat tartışması çıkıyor. Özellikle cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra liyakat tartışmaları bitmemektedir. Bu konuda muhalefet sık sık liyakat eleştirisi ile iktidara yüklenmekte, STK’lar ve basın sık sık liyakat eleştirisi yapmaktadır.
Bu yazıdaki konumuz, başlıktan da anlaşılacağı gibi “Liyakatlı kim? olacaktır. Liyakat eleştirisi yapanların somut veriler ve bilgiler sunamadıklarını gördüğümüzü baştan söyleyelim.
Söz gelimi, herhangi bir okula, o okulda görev yapabilecek nitelikte, sınav başarısı olan öğretmenler yerine, o okulda görev yapamayacak, sınavları geçememiş kişiler mi müdür yapılmış? Var mı böyle bir örnek? Olsa bile istisnadır ve genellenemez.
En yaygın kamu kurumu olan okulların bile yöneticileri seçilirken pek çok kriter değerlendiriliyor. Sınav bu kriterlerden sadece biri. Sonuçta başarılı olup atananların geneli o okullarda normu olan kişiler. Bir Anadolu lisesine beden eğitimi öğretmeninin müdür olarak atanması ile matematik öğretmeninin müdür olarak atanması arasında bir fark var mı? Hukuki olarak bir fark yok, idari olarak engel yok ancak konunun uygunluğu tartışılsa da liyakat kapsamına giren bir tartışma olacağı oldukça şüphelidir.
Ülkemizde liyakat konusunda bir sistem yoktur. Çoğu liyakat eleştirisi de ehliyet kapsamına girmektedir. Mesela, “A” kamu kurumunun üst kadrolarına, yönetici, şef, daire başkanı vb. seçilirken ilgili birimin görev yetkilerine hâkim birileri mi atanıyor, yoksa birilerine mevki ve makam kazandırma babında mı bir atama yapılıyor?
Atandığı göreve atanma kriterlerini taşımıyor demek, gerekli diploma, belge, sertifika ve kurs şartlarını taşımıyor demektir. Böyle bir durum tamamen ehliyet kapsamına girmektedir.
Petrol arama kurumuna bankacıyı, vakıflara sporcuyu, milli eğitime işletmeciyi, gençlik spora ormancıyı, TUBİTAK’a sınıf öğretmenini üst düzey yönetici yaparsanız ortaya liyakat sorunu değil, ehliyet sorunu çıkar.
İnsanların kişisel özellikleri nedeniyle yapılan liyakat eleştirilerinin çoğunun içi boş ve sübjektiftir. “A” kurumuna atanan müdürün, şefin, genel müdürün, daire başkanının liyakatı üzerinden yapılan eleştiriler, liyakatı ölçen bir sistemimiz olmadığından, somut bilgi ve verilere dayanmadığından temelsiz kalmaktadır.
Liyakatli dediğimiz kişiler, muhtemelen üst düzey mesleki yeterliliğe sahip, vizyon sahibi, lider özellikli, dil bilen, mesleğinde başarılı olmuş, sosyal ilişkileri kuvvetli kişiler olarak algılıyoruz. Her görevin böyle nitelikteki personele ihtiyacı yoktur. Kaldı ki bu niteliklerin hepsine birden sahip olan kişi sayısı her meslek için oldukça sınırlıdır.
Bunun yanında liyakat konusundan yukarıda sayılan kişisel özellikler yanında, meşrebi, politik ve siyasi duruşu, ait olduğu veya temsil ettiği toplum kesimleri devreye girmektedir. Çok başarılı, çok vizyonlu bir yönetici, sırf meşrebi yüzünden bulunduğu görevden başarısız olabilir. Bazı toplum kesimleri kendilerinden olmayan yöneticileri başarılı olsalar bile kabullenemiyorlar.
Buradan da anlaşılacağı gibi liyakatin sübjektif yönleri de var. Dolayısıyla yönetici kadrolarındaki liyakat tartışmaları 4/4’lük personel yetersizliğinden (doğal olarak) ve liyakatin sübjektif yönleri nedeniyle hiçbir zaman sona ermeyecektir.
Ancak devlet kadrolarının somut kriterlerle, eşitlik ve adalet ilkesiyle, şeffaf ve hesap verilebilir şekilde her vatandaşa açık olması gerekir. Bunun yanında belirli kademelere kadar siyasi müdahalelerden uzak görevde yükselme sistemi de oluşturulmalıdır. Belirli kademelerden itibaren eşitlerin arasında siyasal tercihlerle atamalara da izin verilmelidir. Bugün olduğu gibi üst düzey görevlere atama da siyasal iradenin yetkisi dahilden olmaya devam etmelidir.
Bir bakanlığın teşkilat yapısıyla uyumsuz kişilerin daire başkanı, genel müdür olmasını bırakın bakan olması bile büyük sıkıntı. Siyasal iradenin görevlendirmeleri yaparken bu hususu dikkate alması, kamunun verimli çalışması için çok önemlidir.